Sayfalar

15 Mayıs 2024 Çarşamba

Louis-Philippe Fransası'ndan Mehmet Şimşek Türkiyesi’ne

19. Yüzyıl ve 21. Yüzyılda bitmeyen sınıf savaşımları

Karl Marks’ın Fransa’da sınıf savaşımları adlı yapıtını okuyan dikkatli okurlar, 19. Yüzyıl Fransası ile 21. Yüzyıl Türkiyesi arasında şaşırtıcı benzerliğin farkına varabilirler.

Marks bu eserinde Fransız devrimini gerçekleştiren ve sonrasında iktidarı mali aristokrasi ile paylaşmak isteyen sınıfların 1848 yılındaki yenilgisini ele almaktaydı. Fransa’da burjuvazi ve köylülük henüz 1789 Büyük Fransız Devrimi ile mutlakiyetin ve soyluluğun devrilmesi sürecinde işbirliği yapmışlardı. Ancak Louis-Philippe zamanında egemen olan Fransız burjuvazisi değil, bankacılar, borsa kralları, demiryolu kralları, kömür ve demir madeni sahipleri, orman sahipleri ve toprak sahiplerinin onlara bağlı bölümünden oluşan burjuvazinin mali aristokrasi denilen kesimiydi. 




1840’lar Fransası ve 2020’ler Türkiyesi

1830 yılında meydana gelen Temmuz Devrimi ile X. Charles'in devrilerek Louis-Philippe'in tahta çıktığı Temmuz Monarşisi döneminde egemen olan sadece Fransız burjuvazisinin sözü edilen bu kesimi oldu. Asıl sanayi burjuvazisi, resmi muhalefetin bir bölümünü oluşturuyordu, yani meclislerde ancak azınlık olarak temsil edilmekteydi. Mali aristokrasinin hegemonyası, daha açık, daha belirgin bir hale geldikçe ve kana boğulan 1832, 1834 ve 1839 ayaklanmalarından sonra, işçi sınıfı üzerindeki egemenliğinin güven altına alınmış olduğuna daha çok inandıkça, sanayi burjuvazisinin muhalefeti de giderek daha kararlı olmuştu. (1) Yüzyıl Fransası’nda olduğu gibi 21. Yüzyıl Türkiyesi’nde de egemen olan sınıf burjuvazinin mali aristokrasi kesimidir. Mali sermayeye aktarılacak yüksek kar oranlarının önü açan Mehmet Şimşek’in uyguladığı ortodoks ekonomi politikası, kredi faizlerini yükselterek ve iç talebi kısarak işçi, emekçi, köylü, küçük esnafın yanı sıra sanayi burjuvazisinin de sınıf çıkarını tehdit ediyor. Kredi musluklarının kısılması, yüksek faizler başta inşaat ve tekstil firmaları başta olmak üzere şirketleri zora soktu ve nakit dengesi bozulan kuruluşlar konkordato peşi sıra talep ediyor.  


Karl Marks’ın Fransa’da sınıf savaşımları adlı yapıtını okuyan dikkatli okurlar, 19. Yüzyıl Fransası ile 21. Yüzyıl Türkiyesi arasında şaşırtıcı benzerliğin farkına varabilirler


Marks’a göre Temmuz monarşisi Fransız ulusal zenginliğinin sömürülmesi için kurulmuş anonim ortaklıktan başka birşey değildi. Devletin borçlanması burjuvazinin meclisler aracılığıyla yöneten ve yasalar koyan kesimi için doğrudan bir çıkar sağlıyordu. Spekülasyonlannın asıl hedefi ve zenginleşmelerinin başlıca kaynağı devletin bütçe açığıydı. Her yılın sonunda yeni bir açık. Her dört ya da beş yılda bir yeni borçlanma (istikraz). Ve her yeni borçlanma, mali aristokrasiye, yapay olarak iflasın kıyısında tutunabildiğinden en elverişsiz koşullarda bankerlerle anlaşmak zorunda kalan devleti soymak için yeni bir fırsat sağlıyordu. (agy, s: 34) 19. Yüzyıl Fransasına benzer şekilde 21. Yüzyıl’da devletin maliyesinin Mehmet Şimşek’e teslim edildiği Türkiye’de de artan bütçe açıklarının borçla finanse edilebilmesi için diğer toplumsal kesimlerin yıkımı pahasına mali sermayeye yüksek oranda faiz ödenmesine devam ediliyor.  

Rant aracı olarak altyapı yatırımları


Marks 1840’ların Fransasında egemen sınıfın, demiryolu hatlarının yapımını da, genelde kamu harcamalarını ve devlet borçlarını nasıl sömürdüyse öyle sömürdiğünü belirtiyordu. Marks’a göre meclisler, belli başlı yükümlülükleri devletin sırtına yüklüyor ve spekülasyoncu mali aristokrasiye de altın nimetler sağlıyordu. Marks yapıtında Bakanların bir bölümü de içinde olmak üzere çoğunluğun bütün üyelerinin, demiryolları girişimlerinde hisse senedi sahibi olduklarından, bunları, yasa koyucu sıfatı ile, demiryolu hatlarının yapımını devlet hesabına bu aynı girişimcilere ısmarladıklarından ve bu durum bir rastlantı sonucu ortaya çıkarılması ile ortaya çıkan skandallardan söz etmekteydi. (agy, s: 35) 21. Yüzyıl Türkiyesi’nde de yolcu garantisi verilen yol ve köprüler, hasta garantisi verilen hastaneler gibi altyapı yatırımları ile büyük sermaye kuruluşlarına devletin kaynaklarının aktarılmasına devam ediliyor. 21. Yüzyıl Türkiyesi’nde hızlı tren hattı yapımı için kredi alınan yabancı bankalar, hattın inşası için gerekecek malzemeler ile vagonların  kendi belirledikleri firmalardan temin edileceğini koşul olarak ortaya koyuyorlar. Fahiş fiyatla satılan ekipmanlar nedeniyle maliyetler yükseliyor ve büyük yatırımların bitirilmesi süreci uzuyor.   



 Louis-Philippe, 1830-1848 arasında Fransızlar kralı


Marks, 1840’lı yılların Fransasında mali aristokrasinin, yasalan dikte ettiğini, devlet yönetimini elinde tuttuğunu, bütün kamu kurumlarına kumanda ettiğini, basın yoluyla ve eldeki olanaklar aracılığıyla kamuoyuna egemen olduğu için, saraydan batakhaneye kadar bütün çevrelerde aynı ahlak bozukluğu, aynı hayasız sahtekarlık, üreterek değil de başkasının elindekini kurnazlıkla ele geçirerek aynı havadan zengin olma düşkünlüğü olduğunu belirtiyordu. (agy: s:36) Üreterek değil de havadan para kazanmak günümüz Türkiye’sinde de pek çok kimsenin yöneldiği heveslerden biri durumunda. Kolay yoldan para kazanma hayaliyle hareket eden sosyal medya fenomenleri birbiri ardı sıra mali suçlarla ilgili soruşturmalarla ya da iflaslarla gündeme geliyor.

İktisadi bunalımın yükü emekçilere


Marks’a göre 1830’dan 1848’e kadarki dönemde yaşanan siyasal gelişmeler mali aristokrasinin iktidarının pekişmesi anlamına gelmekteydi. Bu dönemde küçük burjuvazinin değişik kesimleri ve işçi sınıfı iktidarın dışında kaldı. Sanayi burjuvazisi çıkarlarını tehdit altında görüyordu, küçük-burjuvazi ahlaksal bakımdan hakarete uğramış durumdaydı. Fransız burjuvazisinin iktidar olmayan kesimleri "Ahlaksızlık!" diye bağırıyorlardı. (agy, s:37) 1840’lı yıllarda Dünya çapında iki ekonomik olay, genel hoşnutsuzluğun patlak vermesini en sonunda çabuklaştırdı ve hoşnutsuzluğu ayaklanmaya kadar olgunlaştırdı. 1845 ve 1846 Yıllarında görülen patates hastalığı ve alınan üründeki düşüş halk içinde genel kaynaşmayı artırdı. 1847 yılındaki kıtlık, kıtanın bütün geri kalan kısmında olduğu gibi Fransa'da da kanlı çatışmalara yol açtı. Bu, mali aristokrasinin utanç verici sefahatleri karşısında, halkın, en temel geçim araçları uğruna savaşımı idi. Bu bunalım, sonunda, 1847 güzünde, -hemen arkasından taşra bankalarının da iflas ettiği ve İngiliz sanayi bölgelerindeki fabrikaların kapandığı- Londralı büyük sömürge tüccarlarının iflasları ile iyice ortaya çıktı. Bunalımın yankıları kıta üzerinde henüz kesilmemişti ki, Şubat Devrimi patlak verdi. Ekonomik bunalım koşullarında Fransa’da başlayan 1848 ayaklanması monarşinin yıkılmasına ve geçici süreyle de olsa genel oy temeli üzerine kurulu cumhuriyetin ilan edilmesiyle sonuçlanacaktı. (agy s:37) Açlık, yetersiz beslenme, temel ihtiyaçlarını karşılayamama durumu bugünün Türkiyesi’nin de gündemini oluşturuyor. Bir yanda serveti büyüyen azınlık, diğer tarafta ise toplumun genelini etkileyen hoşnutsuzluk durumu olduğu görülüyor.

Demokratik haklarda gerileme


Fransa’da mali aristokrasinin iktidarına karşı çıkan sınıfların gerçekleştirdiği 1848 Şubat Devrimi işbaşına gelen geçici hükümet Haziran ayaklanmasının bastırılması ile egemenliğini kaybedecekti. 1848 Haziran yenilgisi sonrasında geçici Hükümet tarafından tasarlanan sermayenin vergilendirilmesi 'işi Kurucu Meclis tarafından geri çevrildi; çalışma süresini on saat olarak sınırlandıran yasa kaldınldı, borç yüzünden hapis cezası yeniden kondu; Fransız nüfusunun çoğunluğu, yani okuma yazma bilmeyenler jüriye kabul edilmez oldular. Demokratik kazanımlar elden gitmeye başladı. Gazetelerin teminat akçesi yeniden kondu; dernek kurma hakkı kısıtlandı. (agy, s: 64) Ulusal Meclisin bağrında, küçük-burjuvaların demokrat temsilcilerinin burjuvazinin cumhuriyetçi temsilcileri tarafından itilmelerinden uzun zaman sonra, bu parlamenter bozuşma, küçük-burjuva borçluların burjuva alacaklılara teslim edilmesiyle gerçek burjuva ekonomik anlamını kazandı. Küçük-burjuvaların büyük bir bölümü tepeden tırnağa yıkıldılar, geri kalanına ise, ancak, kendilerini, yazgıları sermayenin merhametine kalmış birer köle haline getiren koşullar altında ticaretlerini sürdürme izni verildi. (agy, s: 66) 21. Yüzyıl Türkiye’sinde de benzer şekilde basın özgürlüğü ayaklar altına alınıyor. Sendikalaşma ve örgütlenme hakları tanınmıyor. Çalışma saatleri alabildiğince uzun, çalışma koşulları zorlu ve işçilerin haklarını savunması engelleniyor. Günümümüz Türkiyesi’nde de köylüler, ücretliler ve küçük mülk sahipleri iktisadi bunalımın yükünü çekmeye zorlanıyor. Merkez Bankası tarafından asgari ücretlilere yılda tek bir sefer zam yapılması için adeta ültimatomu verildi. Emeklilerin maaşlarına enflasyonun altında zam yapılıyor. Çalışan kesim ve emekliler adeta açlığa terk edilmiş bulunuyor. 

Yönetimden dışlanan sınıflar, ayaklanma ve kargaşa


Marks 1848 yılında Fransa’da yaşanan iktisadi bunalım ile siyasi ayaklanmanın birbirinin nedeni olarak ortaya çıktığını belirtmekteydi. Ona göre kamu kredisi ve özel kredi, bir devrimin yeğinliğini ölçmeye yarayan iktisadi termometrelerdi. Bu krediler düştüğü ölçüde, devrimin yakıcı kızgınlığı ve yaratıcı gücü yükselmekteydi. (agy s:47) Fransa’daki geçici hükümet ekonomik bunalımın faturasını işçilere ve küçük mülk sahiplerine kesmişti ve gittikçe artan bir bütçe açığının kabusu altında kıvranıp duruyordu. Burjuvaziden boşu boşuna yurtseverce özveriler dileniyordu. Kahramanca bir çareye başvurmak, yeni bir vergi çıkartmak gerekti. Ama kimi vergilendirmeliydi? Borsanın aç kurtlarını mı? Banka krallarını mı? Devletin alacaklılarını mı? Gelir sahiplerini mi? Sanayicileri mi? Bu, hiç de cumhuriyetin, burjuvaziye tatlılıkla kabul ettirebileceği bir yol değildi. Bu, bir yandan devlet kredisini ve ticaret kredisini, öte yandan bunlan almak için o kadar büyük özverilerle ve aşağılanmalar pahasına yapılan girişimleri tehlikeye sokmak demekti. Ama birinin okkanın altına girmesi gerekiyordu. Burjuva kredisine kim kurban edilecekti? Köylü. (agy, s: 49) 


Maliye Bakanı Mehmet Şimşek

Marks, 1789 Devriminin köylüleri feodal yükümlülüklerden kurtarmakla işe başlamışken, 1848 Devriminin, sermayeyi tehlikeye sokmamak ve devlet mekanizmasının işleyişini güven altına almak için kırsal nüfusa dayatılan bir vergi ile kendini gösterdiğini belirtmekteydi. (agy, s: 49) Günümüz Türkiyesi’nde de vergi yükünün büyük bölümü işçiler, köylüler gibi dar gelirli gruplar tarafından karşılanıyor. Vergi kaçaklarını azaltmak ya da vergi gelirlerini arttırmak gündeme geldiğinde mali sermaye ve büyük sermaye gruplarının gelirlerine yönelik ek vergilerin getirilmesi yerine katma değer vergisi gibi ücretlileri hedefleyen vergi artışları gündeme getiriliyor.   


Marks 1848 devrimi sürecinde Fransız basının, sık sık, bay Marrast'ın anayasasının çelişkilerini, örneğin iki egemen gücün, yani Ulusal Meclis ile cumhurbaşkanının aynı zamanda egemen oluşlarındaki çelişkiyi vb., vb. Tartıştığını belirtiyor. (agy, s:71) Günümüz Türkiye’sinde de kurumlar arasında yetki karmaşası yaşanıyor. Anayasa mahkemesi kararlarını tanımayan Yargıtay, Meclis’teki soru önergelerine yanıt vermeyen kabine üyeleri, partili Cumhurbaşkanı olup, olamayacağı ya da Meclisin yetkisinin nerede başladı, Cumhurbaşkanının nerede bittiği tartışmaları bu yetki tartışmasının başlıkları arasında yer alıyor. 

Marks'a göre proletaryanın politik programı


Fransa’da 1848 Şubat Devrimi doğrudan mali aristokrasiye karşı yöneltilmişti. Marks’a göre bu olgu, Fransa'ya egemen olanın sanayi burjuvazisi olmadığını kanıtlamıştı. Marks’ın belirttiği gibi sanayi proletaryasının gelişmesi, genelde, sanayi burjuvazisinin gelişmesi tarafından koşullanmaktaydı. Ve ancak sanayi burjuvazisinin egemenliği altındadır ki, sanayi proletaryasının varlığı, kendi devrimini ulusal bir devrim katına yükseltmesine olanak verecek ulusal bir genişlik kazanır, ancak o zaman, sanayi proletaryası aynı ölçüde kendi devrimci kurtuluşunun araçları haline gelecek olan modem üretim araçlarını yaratabilirdi. Yalnız sanayi burjuvazisinin egemenliği, feodal toplumun maddi köklerini söküp atabilir ve üzerinde bir proleter devrimin gerçekleşebileceği tek alanı düzler, engellerini ortadan kaldırırdı. (agy, s: 43) 19. 


Mali sermayenin sınıf çıkarına hizmet eden ekonomi politikasına karşı, ancak işçi sınıfının asgari programı etrafında bir araya gelecek köylülük, şehir küçük burjuvazisi ve sanayi burjuvazisinin ortak mücadelesi ile ilerleme sağlanabilir


Marks Fransa’da 1848 yılında kurulan geçici hükümet için “bu hükümet, ancak, birlikte Temmuz tahtını devirmiş bulunan, ama çıkarlan düşmanca birbirine karşıt olan çeşitli sınıflar arasında bir uzlaşma olabilirdi” yorumunu yapmaktaydı. (agy, s: 39) Bu dönemde işçiler burjuvazinin yanında kendi çıkarlarını üstün kılmaya çalışmaktaydılar. Ancak Marks’a göre sanayi ücretlisinin sanayi burjuvazisine karşı savaşımı, Fransa’da, Şubat günlerinden sonra sermayenin alt sömürü biçimlerine karşı savaşıma oranla, devrimin ulusal içeriğini daha az sağlayabilen kısmi bir olaydı. 1848 Şubat ayından, Haziran ayına geçen sürede yaşanan mücadele süreci ve Haziran ayaklanmasının yenilgiyle sonuçlanması, bugün için de önemli olan bir siyasal sonuca işaret etmekteydi. Haziran yenilgisi ulusun burjuvazi ile proletarya arasında kalan kitlesinin, yani köylülük ve küçük burjuvazinin, devrimin ileri doğru yürüyüşü ile, proleterleri öncüleri olarak tanıyıp onlara katılmaya katılmak zorunda bırakılmadıkları sürece, Fransız işçilerinin bir tek ileri adım atamayacaklarını ve rejimin kılına bile dokunamayacaklarını göstermişti. (Karl Marks. Fransa’da sınıf savaşımları, 1848-1850. Sol yayınları, 1988, s:37-69.) Bugün de mali sermayenin sınıf çıkarına hizmet eden ekonomi politikasına karşı, ancak işçi sınıfının asgari programı etrafında bir araya gelecek köylülük, şehir küçük burjuvazisi ve sanayi burjuvazisinin ortak mücadelesi ile ilerleme sağlanabilir.  


Kaynaklar:

  1. Karl Marks. Fransa’da sınıf savaşımları, 1848-1850. Sol yayınları, 1988, s: 33

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder