Sayfalar

24 Ekim 2023 Salı

HANGİ ANTİ-EMPERYALİZM?

Günümüzde muhalif ve sol çevrelerde emperyalizm karşıtlığı konusunda ciddi bir kafa karışıklığının olduğu görülüyor. Bir yandan emperyalizm karşıtlığı muhalif politikanın önemli bir başlığı olarak ele alınırken, diğer taraftan ise emperyalizme karşı çıkarken ulus devlet savunusundan olabildiğince kaçınma çabası içinde olunduğu dikkaten kaçmıyor.


Bu açıdan Sungur Savran’ın 2. Baskısı 2011 yılında yayınlanan “Kod adı küreselleşme: 21. Yüzyıl’da Emperyalizm” başlıklı kitabında savunulan görüşlerin kayda değer olduğu söylenebilir. Savran’ın kitabında emperyalizm karşıtlığının ulusalcılığa bulaşmayan maharetli bir yorumu ile karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Savran küreselleşmeyi emperyalizmin maskesi olarak tanımlarken ve emperyalizm karşıtlığını savunurken, ulusalcılığa olan mesafeyi koruma konusunda da özenli davranıyor. Savran’a göre küreselleşme ya da onun maskesi olduğu emperyalizm ulus devlete yönelik bir saldırı değildir. Küreselleşme ya da emperyalizme karşı çıkışın yolu da ulus devletle kesişmemektedir. Savran, emperyalizm ile ulus devlet arasındaki mücadelede taraf olmak yerine üçüncü bir yol olarak proleter sosyalizmini savunmanın Marksist siyaset teorisinin gereği olduğunu öne sürüyor. Üçüncü yol söyleminin güncel sol siyasetler içinde önemli bir ağırlığa sahip olduğu söylenebilir. Bu açıdan Sungur Savran’ın ulus devletçi olmayan anti-emperyalizm yaklaşımını tartışmakta fayda olabilir.


Tartışmaya Savran’ın küreselleşme tanımı ile başlayabiliriz. Savran’a göre küreselleşme uluslararası burjuvazinin farklı ülkelerdeki işçi sınıflarını ve emekçilerini rekabet içine sokarak kazanım ve haklarında aşağı doğru bir yarış başlatmasıdır. Küreselleşmenin daha kısa bir tanımını ise yedek sanayi ordusunu dünya çapında genişletme stratejisi olarak belirtmektedir. (1) Savran’ın küreselleşme sürecindeki devletin konumu konusunda küreselleşmeyi savunan yazarlardan ayrıldığı görülüyor. Savran’a göre devlet küreselleşmecilerin söylediği gibi iç pazarın bekçisi ya da ulusal ekonominin koruyucusu olmayıp, sermayenin kendi egemenlik alanında kök salmış ulusal fraksiyonunun sınıf hakimiyet aracıydı. Bu yönüyle Savran, küreselleşmenin ulus devlete bir saldırı olmayıp, bir sınıf taaruzzu olduğunu belirtiyor. (agy, s:15) Savran, Marksist kökenden geldiğini söylediği Çağlar Keyder ve Nigel Harris gibi araştırmacılardan farklı olarak küreselleşme döneminde ulusal kalkınmacılığın iflas ettiği şeklindeki görüşlere de katılmadığını belirtiyor. (agy, s:25) Ona göre bir dönem boyunca işe yaramış bir yaklaşımın geçerliliği koşullar değişince ortadan kalkıyorsa, o yaklaşımın iflas ettiğini değil, gününü ya da ömrünü doldurduğunu söylemek daha uygun olur. Ulusal kalkınmacılığın iflası tezinin az gelişmiş ülke devletlerinin önündeki tek yolun yeni-liberalizimi benimsemek olduğu anlamına geldiğini belirtiyor. (agy, s:44) Ona göre ancak para, maliye, sınıf ilişkileri rejimi vs. üstlenmiş bir dünya devleti ortaya çıkmadan ulusal ekonomilerin özgüllüklerinin ortadan kalkması söz konusu olmaz. Küreselcilerin vardığı yanlış sonuçların kaynağının ise ulusal devleti iç pazarın bekçisi olarak gören ters yüz edilmiş Keynesçilik olduğunu belirtiyor. (agy, s:39)

Küreselleşme süreci özelleştirmeleri beraberinde getirdi

Sungur Savran’ın küreselleşmenin ulus devlete bir saldırı olmadığı, sadece işçi sınıfı ve emekçilere yönelik bir saldırı olarak görülmesi gerektiği yönündeki görüşü hatalı ve eksiktir. Küreselleşme sürecinin değişik ülkelerdeki emekçileri birbiriyle rekabete sokarak aşağı doğru bir yarış başlattığı doğrudur. Ancak küreselleşme sürecinin sınıfsal saldırısı bizzat ulus devlete yönelmesi ve onun ekonomik varlığını hedef alması yoluyla, ekonomik faaliyetlerin yürütücüsü olarak devletin ortadan kaldırılması aracılığıyla gerçekleşmiştir. Kamu iktisadi kuruluşlarının (KİT’ler) Türkiye’deki özelleştirilmesi süreci, küreselleşmenin ulus devlete yönelik açık bir saldırı olduğunu göstermektedir. KİT’ler sermayenin belli gruplarının çıkarlarını gözeten politikalar yoluyla ile kötü yönetilerek zarara uğratılmış ve sonrasında adeta yağmalanarak özelleştirilmiştir. Sonraki süreçte ise KİT’lerin faaliyet gösterdiği sektörlerin uluslararası sermayenin değerlenme alanına dönüşmesi ve kamunun üretken ekonomik faaliyetlerinin büyük ölçüde tasfiye edilmesi söz konusu olmuştur. Özelleştirmeler yoluyla kamunun üretici sektörlerdeki faaliyetlerine son verilmesi farklı ülkelerdeki emekçilerin birbiriyle rekabete zorlanarak aşağı doğru yarışın başlatılabilmesinin aracı olmuştur.

Mülkiyete devlete ait olan kamu iktisadi kuruluşlarının, 
mülkiyetinin el değiştirerek sermaye sınıfının 
mülkü haline gelmesi ve uluslararası sermayenin değerlenme 
alanına dönüşmesi ulus devlete yönelik bir saldırıdır


Mülkiyete devlete ait olan kamu iktisadi kuruluşlarının, mülkiyetinin el değiştirerek sermaye sınıfının mülkü haline gelmesi ve kamu üretim sektörünün üretimden uzaklaşarak, kamu sektörünün faaliyet alanlarının uluslararası sermayenin değerlenme alanına dönüştürülmüş olması ulus devlete yönelik bir saldırıdır. Kamu iktisadi kuruluşları özelleştirilmeden önce sadece işçi sınıfının ya da emekçilerin değil, bütün ulusun malıydı. Devletin mülkiyetindeki bazıları paha biçilemez değerdeki kuruluşların, piyasa değerinin de çok altında fiyatlarla el değiştirmesi yoluyla sermaye sınıfının değerlenme aracına dönüştürülmesini ulus devlete yönelik açık bir saldırı olarak görmemek hatalıdır. Küreselleşme sürecinin en önemli unsurlarından biri olan ve ulus devlete yönelik kapsamlı bir saldırı olan özelleştirmelerin bu niteliğinin göz ardı edilmesi, gerçekleşen sınıf saldırısına seyirci kalmak anlamına gelmektedir.

Burjuvazinin önderliğindeki ulusal kalkınmacılık başarısız oldu

Savran’ın hatalı yaklaşımı küreselleşme döneminde özelleştirmenin ulus devlete yönelik açık bir saldırı olduğunu göz ardı edilmesi ile sınırlı değil. Savran’ın özelleşirme öncesindeki ulusal kalkınmacılığa yönelik değerlendirmesi de hatalıdır. Savran’a göre az gelişmiş ülkelerin devletleri, burjuva nitelikleri dolayısıyla enternasyonalist bir sosyalizmi savunamayacaklarına göre ulusal kalkınmacılığı uygulamalarından daha doğal bir şey olamazdı. Ona göre bugün koşulların değişmesiyle bu yaklaşım geçersiz hale gelmiş olsa bile ulusal kalkınmacılığın iflası yerine sonuna gelinmiş olduğundan söz etmek daha doğru olur. (agy, s:48) Burdan ulusal kalkınmacılığın, dönemin koşulları açısından işlevlerini yerine getirmiş bir model olduğu sonucu çıkıyor. O zaman ulusal kalkınmacılık döneminde işçi sınıfı siyaseti açısından eleştirilmesi gereken bir konu olmadığı sonucu çıkıyor. Bu görüşüyle yazar ulusal kalkınmacılık dönemi politikalarıyla küreselleşme dönemi politikaları arasında uluslararası sermayenin sınıfsal çıkarları açısından bir kopuşun değil, sürekliliğin olduğunu gözden kaçırıyor. Savran, ulusal kalkınmacılık döneminde izlenen ekonomi politikalarının, dönemin özelliklerine uygun şekilde kapitalist dünyadaki uluslararası iş bölümünün gereklerine karşılık geldiğini göz ardı ediyor. Oysa ulusal kalkınma politikalarının ulus devlet açısından başarısızlığının altında yatan neden, bu politikaların kapitalist dünyanın ihtiyaçlarına uygun düşen uluslararası iş bölümüne dayalı olmasıydı. Eğer ulusal kalkınmacılığın belli bir süre için hedeflerine hizmet ettiği kabul edilecek olursa emekçiler ile toplumun genelinin çıkarı ile bağdaşmayan politikalar ve kötü yönetim nedeniyle kamu iktisadi kuruluşların zarar eder duruma düşürülmesi ve bunun özelleştirmeye gerekçe yapılmış olmasını açıklamak olanaklı olmaz. 

Küreselleşme döneminde ulus devlet uluslararası sermayenin uzantısı haline geldi

Savran’ın dünya ekonomisinin bütünleşmesinin ulusal ekonominin önemini azaltmayıp, arttırdığını belirtiyor. (agy, s:34) Küreselleşmeci olduğunu söylediği yazarlara yönelik eleştirileri kapsamında ulus devletin küreselleşme döneminde de önemli bazı işlevler üstlenebildiğini belirtiyor. Savran’a göre emperyalizm çağında ulusal sermayenin dünyaya açılması sonrasında devletin önceliği ulusal ekonomi olmaktan çıkmış bulunuyor. (agy, s: 40) Savran, Güney Kore ve Tayvan gibi devletin, sermaye birikimine aktif olarak yön verdiği ihracata dayalı kalkınma modelinin uygulandığı ülke örnekleri üzerinden devletin ekonomi politikalarının kalkınma bakımından önemli roller üstlenebildiğini belirtiyor. Savran’a göre gelişmesinin bir aşamasından sonra Japonya ile Çin’in yaşadığı deneyimler de ulus devletin ekonomi politikalarının önemini kaybetmediği görüşünü destekliyor. Küreselleşme döneminde ulus devletin üstlenebildiği rollere yönelik bu çıkarımlar doğru olmakla birlikte küreselleşme sürecinde devletin asıl olarak uluslararası sermayenin çıkarlarına hizmet eden bir yapıya büründüğünü göz ardı etmemek gerekiyor. İhracata dayalı kalkınma modelini devlet sektörünün desteği ile uygulayan ülkeler küreselleşen dünyada uluslararası sermayenin ülkelere biçtiği iş bölümüne uygun kalkınma modelinin uygulayıcısı oldular. Ulus devletin önemi sürmüş olsa da küreselleşme sürecinde ulus devletin uluslararası sermayenin çıkarlarına hizmet eden bir yapıya bürünmüş olduğunu dikkatten kaçırmamak gerekir. Bu yönüyle küreselleşme sürecinde uluslararası semayenin ulus devlete saldırarak çoğu kez onu üretken ekonomik faaliyetlerin dışına çıkardığı, bazı durumlarda da devletin ekonomik faaliyetlerini kendisine bağlı kılarak, kendisinin uzantısı haline getirdiğini belirtmek doğru olabilir. 

 
Lenin, sömürgelerde ve geri ülkelerde köylü sovyetleri,
emekçi sovyetleri ya da sömürülen sovyetlerinin
kurulması için propaganda yapılması gerektiğini söylemişti

Sungur Savran’ın kürselleşme sürecine yönelik saptamalarının yanı sıra emperyalizmin maskesi olarak değerlendirdiği küreselleşmeye karşı sunduğu politika önerileri de hayli tartışmalı. Sungur Savran’a göre insan ya küreselci ve liberal ya da ulusalcı ve statükocu olmak zorunda değil. Savran’a göre bir üçüncü tavır daha mevcut ve yazar bunu sınıf mücadelesine dayanan enternasyonalizm olarak belirtiyor. (agy, s:16) Savran ezilen ulus milliyetçiliğinin ilerici ve demokratik içeriğini saptamakla birlikte milliyetçiliğin ulusal sorunun bile çözümünü sağlayamayacak, tarihsel potansiyeli sınırlı, nihai olarak insanlığın kurtuluşunun önünde bir engel oluşturan bir ideoloji olduğunu belirtiyor. Savran’a göre komünizm, ezilen ulus milliyetçiliği ile ittifak yapabilir, ama komünist hareketin kendi içinde milliyetçiliğin bir nebzesi bile kabul edilemez. (agy, s: 341) Peki milliyetçilerle komünistler hangi program temelinde ittifak yapacak? Emperyalizmin saldırısı altındaki ulus devlete ait kurumların savunulması, ulus devlete ilişkin kaybedilen mevzilerin geri alınması ve bunların büyütülmesi temelinde mi? Savran’ın görüşleri içinde böyle bir yaklaşımın ip uçlarını bulmak olanaklı değil. Çünkü Savran’a göre küreselleşme maskesini takan emperyalizm ulus devlete saldırmamış, sadece işçi sınıfı ve emekçilere saldırmıştı.

Ulus devleti temel almayan anti-emperyalist politik program olmaz

Emperyalizme karşı mücadele eden milliyetçi gruplarla komünistler arasında işbirliği yapılması görüşü 1920 yılında toplanan Komintern’in (Komünist Enternasyonal) İkinci Kongresi’nde Lenin tarafından gündeme getirilmişti. Lenin, 1920 yılında Komünist Enternasyonal’in 2. Kongresi’nde sunduğu Ulusal ve Bölgesel Sorun Komisyonunu’nun raporunda Komisyon’daki tartışmaların “gerek sömürgelerde gerekse de geri ülkelerde Köylü Sovyetleri, Emekçi Sovyetleri fikri için propaganda yapmanın komünist partileri ve onlara katılan unsurların mutlak görevi olduğunu tartışmaya meydan vermeyecek biçimde kanıtladığını” söylemişti. Lenin bununla da yetinmeyip, Komünist Enternasyonal’in en ileri ülkelerin proletaryasının yardımı ile geri ülkelerin kapitalist gelişim aşamasından kaçınarak Sovyet düzenine geçebilecekleri, sonra da belli gelişim aşamalarından geçerek komünizme ulaşabilecekleri tezini ileri sürmesi gerektiğini belirtmişti (2) Lenin’in sözünü ettiği geri kalmış ülkelerin köylü sovyeti, sömürülen sovyeti ya da emekçi sovyeti aracılığı komünizme ulaşmadan önce geçmesi gerekecek ara aşamalar nelerdir? Bu aşama işçi sınıfı öncülüğünde kurulacak ulus devlet iktidarı olarak değil midir? Eğer küreselleşme döneminde ulus devlet emperyalizmin saldırısı altında değilse emperyalizme karşı mücadele eden komünist ve milliyetçilerin oluşturacağı ittifak hangi politik hedef doğrultusunda faaliyet yürütecektir?

Uluslararası sermayenin saldırısı 
altındaki ulus devlet mevzilerini savunmayı, 
kaybedilen mevzileri yeniden ele geçirmeyi ve 
sonrasında bunları büyütmeyi hedeflemeyen politikaların 
anti-emperyalist nitelikte olduğu söylenemez

Ulus devlete ait yapıların varlığını sürdürmesi gerekliliği Rusya’da Ekim Devrimi ile işçi sınıfının iktidara gelmesi sonrasında da ortadan kalkmamıştı. Lenin 1921 yılında VII. Moskova İl Parti Konferansı’na sunduğu raporunda sosyalizmin doğrudan inşasına yönelik politikanın bir hata olduğunu belirttikten sonra, o günkü koşullarda Rusya’da önce devlet kapitalizmine sonra da alım satımın ve para dolaşımının devlet tarafından düzenlenmesi durumuna doğru geri çekilmenin gerekli olduğunu söylemişti. (3) Ekim Devrimi ile işçi sınıfı iktidarının kurulduğu Rusya’da, devrimden hemen birkaç yıl sonra önce devlet kapitalizmine, sonrasında ise alım satımın ile para dolaşımının devlet tarafından düzenlenmesine doğru geri çekilmenin gerekmiş olması, işçi sınıfının iktidara geldiği ülkelerde ulus devletin öneminin sürdürdüğünü gösterir. İşçi sınıfının iktidara gelmesinden önce olduğu gibi sonrasında da ulus devletin önemi ortadan kalkmaz. Genel olarak emperyalizm çağında özel olarak da küreselleşme döneminde ulus devlete ait yapılar uluslararası sermayenin doğrudan saldırı altındadır. Uluslararası sermayenin saldırısı altındaki ulus devlet mevzilerini savunmayı, kaybedilen mevzileri yeniden ele geçirmeyi ve sonrasında bunları büyütmeyi hedeflemeyen ve bu hedefe hangi sınıfların iktidarına karşı, hangi sınıfların ittifakı ile ulaşılabileceğini ortaya koymayan politikaların anti-emperyalist nitelikte olduğu söylenemez.

Kaynaklar:

1. Sungur Savran. Kod adı küreselleşme: 21. Yüzyıl’da Emperyalizm. Yordam kitap, 2011, s: 15.
2. Lenin. Komünist Enternasyonal’in 2. Kongresi’nde Ulusal ve Bölgesel Sorun Komisyonu raporu. Seçme Eserler, cilt:10, İnter Yayınları, 1997, 262-268.
3. Lenin. VII. Moskova İl Parti Konferansı’na sunduğu rapor. Seçme Eserler, cilt:9, İnter yayınları, 1997, s:304-322

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder