Türkiye'de yönetim işi her zaman için yabancı sermayenin gücü ve bilgisini Türkiye koşullarına uyarlamaya çabası olarak kaldı.
1908 yılında Meşrutiyet'in ilanından sonra uluslararası sermayenin Türkiye'deki yatırımları ve etkinliği günden güne artması ile sonuçlanmıştı. İlk olarak kurulan anonim şirket olan Şirket-i Hayriye İstanbul'da denizcilikle ilgili imtiyaz hakkına sahip olan İngiliz ve Fransız sermayeli bir şirketti. Mahmut Şevket Paşa Harbiye Nazır-ı görevini yürütürken uluslararası sermayeli Şirket-i Hayriye şirketinin imtiyazını kaldırarak Harbiye Nazırlığı'na bağlı yerli bir şirkete İstanbul'da denizcilik taşımacılığı yetkisini tanıdı. Bu girişim İngiliz ve Fransız sermaye grubunun tepkisini topladı. Yabancı sermayeye karşı yapılan bu hamle Alman sermaye grupları tarafından da onaylanan bir davranış olmadı. Mahmut Şevket Paşa 1913 yılında Beyazıt meydanında arabasının içinde vurularak öldürüldü.
Bundan sonraki dönemde Türkiye'de yönetim mekanizmasında söz sahibi olan her kişi ve grup yabancı sermaye ile göğüs göğüse mücadele içinde yer almaktan kaçınacaktı. Örneğin sonraki dönemde ülke yönetiminde söz sahibi olan İttihat ve Terakki hükümeti bir yabancı sermaye grubuna karşı çıkarken bir başka yabancı sermaye grubu ile dayanışma arayışı içinde oldu. Yabancı devletlerden birine yaslanarak ülkeyi yönetme çabasının sonuçlarında biri Türkiye'nin 1. Dünya Savaşı'na girmesi olacaktı.
Cumhuriyet'ten sonra da bağımsız bir cumhuriyet kurulmasına rağmen yabancı ülkelerle ilişkilerde 180 derece zıtlaşma politikasından çoğu kez kaçınıldığı görüldü. Kurtuluş Savaşı kazanılmış ve bağımsız bir Cumhuriyet kurulmuş olmasına rağmen Lozan anlaşması ile Osmanlı İmparatorluğunun borçları kabul edildi ve Osmanlı döneminde kalan borçlar sonraki yıllarda taksitle ödendi. Oysa Türkiye bir savaş kazanmıştı ve dünyadaki diğer örneklerinde olduğu gibi savaş kazanan bir ülkenin savaş tazminatı alması ve bu doğrultuda eskiden kalan borçların silinmesi söz konusu olabilirdi.
Türkiye'de yönetim işi her zaman için yabancı sermayenin gücü ve bilgisini Türkiye koşullarına uyarlamaya çalışma olarak kaldı
1908 yılından sonraki Türkiye tarihi yabancı sermayenin desteği ve teknik bilgisinin yokluğunda ülkede işlerin yürütülemeyeceği ön kabulüne dayalı oldu. Kendi gücüne dayalı olmak, öz yeterliliğine güvenmek ve sorunları kendi olanakları ile yaratıcılığını bir araya getirerek çözme yaklaşımı Cumhuriyet öncesi ve Cumhuriyet döneminin geçerli yönetim tarzı olamamıştır. Türkiye'de yönetim işi her zaman için yabancı sermayenin gücü ve bilgisini Türkiye koşullarına uyarlamaya çalışma olarak kaldı. Gerçek yönetim sanatı malesef Türkiye coğrafyasında gelişme gösteremedi.
Deniz Akgün
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder